20 Şubat 2021 Cumartesi
Sevgili Dostlar
Dernekler yöneticileri ve dernek üyeleri çalışmaları yaparken sorumluluklarının bilincinde olarak hareket etmelidir.Irk,din,mezhep,siyasi görüş vb. hiç bir ayrılığı olmayan insanlarımızi bir birine düşmanlaştırma politikası gütmemelidirler.Hizmet halkımızın mutluluğu ve yaşam seviyesinin yükseltilmesi için yapılacaksa,bunu yapalım derken insanımızı birbirine düşürecek tutumlar amaca uygun düşmeyecektir öyleyse,karalama ve dedikoducu yaklaşımlardan uzak,köylülerimiz arasındaki dostluk ve akrabalık bağlarını zayıflatmayacak yaklaşımlar beklenmelidir.
Dernek yöneticilerimiz ve üyelerimiz çalışmalar yaparken ,köylülerimizin birlikte yardımlaşarak dayanışma duyguları içinde yaşamaları ve birlikte yaşamlarından mutlu olmalarını sağlayacak yollar izlemelidir.Yukarıdan eleştirmek yerine bizzat katılarak çalışmaların içinden eksikleri eleştirmek,eksiklerin tamamlanması, daha iyiye daha güzele ulaşmak uğruna eleştirmek ve bu uğurda emek sarf etmek de en doğrusu ve makbul olanıdır.Elbette ki derneğimiz varlık nedenlerini köylülerimizn birlik ve dayanışmasına mutluluğuna adamalılar, yöneticileri de buna uygun davranmalı demokratik yöntemleri benimsemeli ve köylülerimiden kopmadan çalışma yapmalıdırlar.
Toplumsal yaşantının temel taşı, insan ve insanın topluma göre kendini konumlandırışıdır. İnsanı insan yapan temel özelliği,toplumsal bir varlık oluşudur.Toplumsal yaşantının da temeli,insanların bir arada yaşarken,genel olarak ortaklaşa yapılan her şeyde belli kurallara uyma zorunluluğudur.
Bir arada yaşamanın getirdiği olgulardan biri de,insanların birbirlerini kırıp dökmeden ortak yaşantı içinde yanlışları doğru bir şekilde çözümlemeleridir.Bunun yöntemi de insanların ve de toplumların yanlışlarını görmeleri ve bunları giderecek cesareti göstermeleri mevcut olan yanlışı kabullenmeleri ve ortadan kaldırmalarıdır.Bunun en güzel aracı da eleştiri ve özeleştiridir.
İnsan düşünen bir varlıktır. Düşünen varlık, doğası gereği, içinde bulunduğu toplumsal yapıya karşı da sürekli eleştireldir. Burada sorun bu düşünen ve eleştiren varlığın eleştirilerini salt yorumlamayla mı sınırladığı, yoksa değiştirme ve dönüştürme düzeyine mi vardırdığıdır.
Eleştiri,gerek tek tek bireylerin gerekse de tüm toplumun yanlış ve eksiklerinin görmesine yarar.Özeleştiri ise,yanlışları kabullenme ve görmenin yarattığı olgunluk ortamında bir daha bu yanlışlıkları yapmamanın temel güvencesi sayılır.Zira,yanlışı veya eksikliği kabul etmek ya da görmek bir daha aynı yada benzer yanlışlıkları yapmamak anlamına gelmelidir.Yoksa eleştiriyi geçiştirmek ve her hangi bir gelişme ve ilerlemeye tekabül etmeyen bir şekilde sadece günah çıkarmak anlamında yapılan bir özeleştiri , gerçek bir özeleştiri olamaz.Özeleştirinin amacı,eksik ve yanlışlarını kabul etmek yanında,bir daha bu türden yanlışların yapılmaması için gösterilen iradenin göstergesi olmasıdır.
Eleştiri,kötü niyet ve amaçlar güdülmediği takdirde bir soruna parmak basmak ve gelişme ve ilerlemeye engel oluşturan olguların belirlenmesi açısından temel itici güçtür.Eleştiri,yapıcı olduğu zaman daha da mükemmele yaklaşmanın yol ve yöntemlerini göstermesi bakımından da büyük önem taşımaktadır.Çünkü her eleştiri kendi içinde yanlış ve eksikleri belirtme yanında , doğru ve yapılması gerekenleri de içinde barındırır.Eleştirinin temel amacı,bireyde ve toplumda aksayan yönleri bulup çıkarmak ve bunların çözümüne katkı sunmaktır.Bu amacı gütmeyen bir eleştiri , eleştiri değildir.
Özeleştirinin esası da, günah çıkarmak olmamalıdır.Amaç aksayan yönlerin kabulü ve bunların ortadan kaldırılması için samimi iradenin gösterilmesidir.Özeleştiri,günü ve sorunu geçiştirmek amacıyla kullanılıyorsa aynı yanlış ve eksikliklerin devamı kaçınılmazdır.Bu da gerileme ve giderek daha çok yanlışlara davetiye çıkarmaktan başka bir anlam taşımaz.Özeleştiride günü birlik ve süreklilik arz ediyorsa , bu kadar etkili bir silahın da içi boşaltılmış olur.Sürekli aynı eleştirilere maruz kalınıyor ve aynı türden özeleştiri yapılıyorsa orada bir değişim,gelişme ve ilerlemeden bahsetmek olanaksızdır.
Eleştiri ve özeleştiri,toplumun ve bireylerin yanlışlarını görüp düzeltmesinin bir kaldıracı olarak kullanıldığı oranda,bireylerin ve toplumun gelişip ilerlemesinin temelidir.Bunu özüne uygun kullanmayan birey veya toplumların gelişip ilerlemesinin olanağı yoktur.
Eleştiri ve özeleştiri her koşul ve durumda aynı biçimlerde uygulamak bir diğer yanlışa yol açar.Günü birlik ve her zaman her yerde yapılacak eleştiri ve özeleştiri,bu mekanizmayı yozlaştırır.
Eleştiri ve özeleştiri,birey ve toplumların gelişimi ve ilerlemesinin önemli bir aracıdır.Aynı zamanda demokrasi kültürünün bir toplumda yerleşip yerleşmediğinin de bir göstergesidir.Eleştiriye tahammülü olmayan bir toplumsal sistemin,bireylerin ya da yöneticilerin demokrat olabilmeleri olanaklı değildir.Tek tek ilişkilerden tüm toplumsal sisteme tam demokrasi damgasını vurmuyorsa,orada eleştiri ve özeleştiri mekanizmasından söz edilemez bile.Ve yine aynı şekilde özeleştiri yapmayan tek tek bireylerden sisteme kadar herkes ya da her şeyin demokrat olmaları mümkün olmadığı gibi,gelişme ve ilerlemeden yana olmaları da mümkün değildir.
Belirleyici olan emek ve eğitimdir. Tüm sorunları aşmanın en temel yolu emek ve eğitimdir. Pratik içinde olup da yanlış yapmayan, hayal kırıklığına uğramayan yoktur. Hiç bir şey yapmayanın yanlışı da olmaz,Yaşamında yanlış yapmaktan korkanların hayal ve umutları da olmamıştır. Umudu ve hayalleri olmayan bir insan düşünülemez.Her şeyin ilacıdır emek. En net, en basit, en sade ve en anlaşılır hali ile eleştiri özeleştiri, emektir. Eleştiri özeleştiri, emeğin ve eğitimin en yoğunlaşmış halidir. Eleştiri özeleştiri, büyük bir değerdir. O insana verilen en büyük değerdir.
Eleştiriler hakaret kırıcılık vs. içermemek üzere dostlar bazında yapılır. düşmanlarsa eleştirilmez teşhir edilir.Yapılan hatalardan dersler çıkarmak tekrarını yapmamak ne kadar önemli ise özeleştiri de o derece anlamlı olur.Burada dikkate değer yön eleştiri ve özeleştiride ne derecede gerçekçi payımız var ne derece haklıyız sorusu sorulmalıdır.Aksi taktirde hiç bir anlam ifade etmez.Sistematik yapılan bu temel ilke varacağımız amaç hedefleri belirlemede bir kilometre taşıdır.Bu aracı dürüst ve samimiyetle kullanalım.
Haksız ve yanlış yapılan eleştiriler,mesele veya sorun iyice irdelenmeden anlaşılmadan yapılan eleştiriler eleştirilenin azmini ve şevkini kıracağından asla sorun özümsenmeden yapılmamalıdır,eleştiri bir öç alma intikam alma eleştirileni mücadele azminden vazgeçirmeye dönüşmemeli tam tersine ,onun yanlışını iyice görmesini sağlama ve yolunda daha emin ve kararlı olmasına yardımcı olmalıdır.Kullanılan dil sert ve keskin değil,yumuşak samimi dostça duygularla yapılmalı ve kazanmak amaçlı olmalıdır.
Yapılan bir iş veya o işi yapan veya yapanlar eleştiriliyorsa,eleştirenlerde o iş üzerinde emek vermiş o alanda uzun zaman bulunmuş ve yetkinleşmiş, emeğini düşüncesini zamanını her şeyini ortaya koymuş veya eğitimini almış olmalıdır.
Uzaktan laf atıp, ne oldu, yarattığım sonuç ne demeden, çekip giden insanlar değil, lafını söylerken, lafın gereklerini yerine getiren insanlar olmalıyız.Dürüstlük budur ve eleştirinin gereği budur.
Her zaman söylemişimdir ,derneklerüyelerinin mutlu olması,acı tatlı günlerin birlikte paylaşılması,acıların hafifletilmesi mutluluğun artması uğruna kurulmuş, oluşturulmuş araçlardır ve bu araçlarda bir birinden koparılmadan işbirliği işinde gelişerek ve ortak hizmet üretmek için çok çalışmalı ve köylülerimize laik olmalıdır.
Saygılarımla
17 Mart 2012 Cumartesi
konuşma metni
Cumhuriyetin eşit haklarından mahrum bırakılmış vatandaşları hoş geldiniz
Cumhuriyetin kimsesizleri,ötelenmiş,ötekileştirilmiş, dışlanmış,yok sayılmış halleriyle şiddete ve katliamlara inat hak diyenler….hoş geldiniz
sıvas,maraş,corum,dersim malatya ve nice yerlerde yaşanmış acı hikayelerin susan sahipleri olmayacağız diyenler hoş geldiniz..
Kişisel özgürlükler,sosyal dayanışma ve paylaşımcılık,insanların eşitliği,kadın erkek eşitliği gibi insancıl değerleri benimseyenler hoşgeldiniz…
Siyasi iktidarlar cami temeli değil hastane ve okul temeli atsın diyenler
Zorunlu din dersleri kaldırılsın diyenler…
Herkes farklılıklarıyla eşit koşullarda kardeşçe birarada yaşasın diyenler.hoşgeldiniz
Biz köylerimizde cami istemiyoruz cem evleri bizim ibadet yerimizdir diyenler
yurttaşlar arasında savaş şiddet ve nefret istemeyenler
İnsanda olanı insana isteyenler,
Sevgi dayanışma dostluk ve eşitlik isteyenler hoşgeldiniz.
Sevgili dostlar,
Biz Aleviler, kerbela’dan bugüne yüzyıllar boyu baskı ve kıyımlara uğramış olan, baskı, kıyım ve toplumsal önyargılar nedeniyle inancımızı, kültürümüzü zor koşullarda yaşamak zorunda kalmış bir topluluğuz. Kerbela katliamından sonra 13. yüzyılda Baba İshak ve Baba İlyas’dan sonra başlayan Alevi kırımları, Şahkulu katliamı, Yavuz Sultan Selim, Ebu Suut’un fetvası ile yapılan katliamlar, Kuyucu Murat’ın büyük kıyımı sonrasında küçük çaplı yöresel de olsa, İttihat ve Terakki dönemine kadar sürmüştür. Cumhuriyet sonrası, Dersim’den, Maraş’a, Çorum’dan Malatya’ya, Sivas’tan Gazi katliamına birçok kez kıyıma uğradık. Kılıçtan geçirildik, asıldık, kurşuna dizildik, diri diri yakıldık.
Bütün baskılara kıyımlara rağmen sevgiyi inancımızın temeline koyduk. İnançların, dillerin ve kültürlerin muhasipliğine inandık. “Benim kabem insandır” diyerek insan sevgisini kutsadık. “72 millete bir nazarda bakarak” ırkçılığa karşı halkların kardeşliğini savunduk.
Hz.hüseyin
Zalimin zulmüne karşı çıkmamak, mazluma yapılacak en büyük kötülüktür. Ben zalimlerle birlikte varlık içinde yaşamayı alçaklık sayarım. Zalime karşı gelerek bulacağım ölümü ise yücelik sayarım…". Diyerek İmam Hüseyin Aleviler için bir direniş abidesi olmuştur
Baba İshak, Baba İlyaslardan hak aramayı, Şeyh Bedrettin’den “yarin yanağından gayrı her şeyde hep beraber olabilmeyi” Yunus Emre’den “yaradılanı yaradandan ötürü sevmeyi, Hacı Bektaş Veli’den “okunacak en büyük kitabın insan olduğunu”, Pir Sultan’dan direnmeyi, haksızlıklar karşısında başkaldırıyı öğrendik. “severken Karacaoğlan, ipe giderken Pir Sultan” olduk.
“HEPİMİZ PİÇİZ”!
Böyle buyurdunuz, haklısınız “Hepimiz piçiz”…
Tarihimizden kopardınız, dillerimizi yasakladınız, katlettiniz, sürgün ettiniz... Size göre bunlar piçleştirme, bize göre asimilasyon.
Önce “Türkmen”leri kestiniz, sonra devletinize bir ulus gerekince herkesi “Türk” yapıverdiniz. Ermenileri ve Rumları sürdünüz, katlettiniz, mallarını yağmalayarak sermayeyi de millileştirdiniz.
Şimdi de gelip geçmişini arayanlara, dedesinin mezarını, kayıp akrabalarını, dilini arayanlara “piç” diyorsunuz. Haklısınız piçiz!
Sizin yeniden tarih icat eden Türk Tarih Kurumunuz, güneş-dil teorileriniz, anadil yasaklarınız, şapka kanununuz, Orta Asya masallarınız, kardeşe düşman atasözleriniz, akrabaları ayıran “misak-ı milli” sınırlarınız, ulusal çıkarlarınız, ilkokul antlarınız piçleştirmekse biz de bu tezgahtan çıkan tohumlar olarak piçiz...
Katliamlarınız, mağaralarda gazla boğduklarınız, diri diri yaktıklarınız, işkence haneleriniz, dar ağaçlarınız, yağmacı atsızlarınız, intikam tugaylarınız, kaybettikleriniz, gizlediğiniz mezarlar piçleştirmekse biz de dedesini tanımayan, geçmişini bilmeyen çocuklar olarak pekala piçiz!
Kart-kurt sesi çıkaranlar Kürt’tü, Çerkesler zaten haindi, Lazlar fıkralarda geçen varlıklardı, Ermeni olmayı küfürden saydınız, Pontuslar zaten yoktular, Türkmenleri cahil, Arapları pis, Alevileri “mumsöndüren” ilan ettiniz, yok saydınız, aşağıladınız… Şimdi gelip bize “piç” diyerek hakaret ettiğinizi mi sanıyorsunuz?
Biz piç olmayı cellât olmaya tercih ederiz!
Uludere’de halkın üzerine F-16’larla bomba yağdıran pilotlarınız, Hrant’ı arkadan vuran beyaz berelileriniz, hep bir gece “ansızın” gelen genç atsızlarınız, kanla yazan köşe yazarlarınız, işkencecileriniz, taş atan çocuklara tecavüz eden gardiyanlarınız sizin olsun.
Biz insan olmayı, insan kalmayı tercih ederiz!
İşte bu yüzden, hepimiz Hrant’ız!
İşte bu yüzden, oğullarının mezarını arayan analarız, cezaevlerinde devrimciyiz, anadilini arayan çocuklarız, isyan ateşini söndürmeyen Kawa’larız, Pir Sultan’ın yolunda canlarız, Şeyh Bedreddin’lerin yoldaşlarıyız!
Biliyoruz! Medeniyetler beşiği bu topraklarda özgür bir gelecek mayalanıyor.
Hrant Dink kendisini en son güvercine benzetmişti. Hem tedirginliği açısından hem de özgürlüğü. Bu kadar güzel, bu kadar cesurca duygularını ortaya koyan bir yüreğin bu topraklarda yetişmiş olması bize umut veriyor. Biz buna cesaret demeyi yeğliyoruz, arkadan gelip kurşun sıkmaya cesaret değil, korkaklık diyoruz. Korkuyorsunuz.
Korkunuzu gerçeğe çevireceğiz!
Son okuduğum Dergahın Sırrı kitabında , "Her iktidar gücünün zirvesine çıktığında kendisinden başkasına tahammül edememe sendromuna yakalanır " şeklinde bir tanımlamayla karşılaştım ve hoşuma gitti. Bu tanımlamayı günümüz iktidarına uyarlamaya karar verdim.
Önce şunun altını çizmek gerekiyor: Bir iktidarın gücünün zirvesine çıkması demek, yükselişinin vardığı en üst noktaya (maksimum noktaya) gelmiş olması demektir. Bunun bir dağın tepesi olarak düşünebiliriz. O tepeye çıktıktan sonra tepenin genişliğine bağlı olarak ( halk kitlelerine ne kadar dayanıyor) o tepede gezinirsiniz ama kaçınılmaz olarak sizi iniş bekliyordur.
Bu günkü AKP iktidarı tam da bunu yaşamaktadır. Kendilerinin de dedikleri gibi 12 Haziran 2011 genel seçimleriyle %50 oy alarak ustalık dönemine girdiler yani iktidarları zirve yaptı. Tam da o tarihten itibaren tahammülsüzlükler artış göstermeye başladı. Artan tahammülsüzlük giderek süreklilik kazandı ve bir sendroma dönüştü yani kronikleşti .
Sürekli özgürlükten bahsettiler ,kendi özgürlük alanlarını genişlettiler ama toplumun özgürlük istemlerini zorla bastırmaya başladılar. Zulme uğradıklarının sürekli altını çizdiler, zulümden kurtuldular ama kendileri gibi düşünmeyenlere zulüm uygulamaya başladılar. Adalet dediler ama toplumun her yanını zindana çevirdiler. Kendi çıkarları gerektiğinde her yasal düzenlemeyi bekletmeden yaptılar ama on binlerce insanı içeri tıkan terörle mücadele yasasında hiçbir değişikliğe gitmediler ve sürekli geçiştirdiler. "Halkın seçtiklerini ezdirmeyeceğiz" diye bangır bangır bağırıyorlar ama halk tarafından seçilmiş 9 milletvekilini 9 aydır içeride tutmaya devam ediyorlar. Bütün bunlar iktidarın gücünün zirveye ulaştığının en büyük kanıdır ve bu yüzdendir ki tahammülsüzlük kaçınılmazdır.
Artık ülke içinde daha çok çatışıyorlar, komşu devletlerle daha çok sürtüşüyorlar, kendi cemaatleriyle kapışıyorlar, her şeyin en doğrusunu bildiklerini ve yaptıklarını iddia ediyorlar. Suni gündemlerle ülkeyi yönetiyorlar . İşte bundandır ki AKP iktidarı yükselişini bitirdi ve inişe başladı. İniş çıkıştan çok daha sancılı olur ve oluyor. Dikkat edilirse tek millet vurgusu daha fazla yapılmaya başlandı, ırkçı söylemler artış gösteriyor. Son Taksim mitingi bunun en ciddi örneği. Hükümeti temsil eden İçişleri Bakanının konuşma biçimi ve kapsamı , açılan pankartlardaki sloganlar, Azerilere yapılan katliamı kınama mitinginden çıkıp nefret ve kinle yüklü bir mitinge dönüşmüştür.
İktidarın iktidar hırsı öyle bir noktaya vardı ki kendisine oy verenlerin kimler olduğunu bile unuttu. "Millet istiyor" derlerken de Alevileri, Kürtleri, Ermenileri, Arapları, Lazları, Süryanileri, demokratik bir Türkiye'den yana olan Türkleri bu kavramın dışında tutuyorlar.
İktidarın tahammülsüzlük sendromunun bir nedeni de , iktidarın güçlü bir muhalefetten yoksun oluşudur. İktidarın oylarıyla muhalefetin oyları yaklaşık olarak birbirine eşit. Nicel olarak bu eşitlik ne yazık ki nitel bir eşitlikten çok uzakta. Muhalefet, iktidarın yarattığı suni gündemlerin peşine takılmış , başbakanın politik dilini taklit etmektedir. Nedenler değil sonuçlar tartışılıyor, bireyler eleştiriliyor, fikirsel mücadele arka planda kalıyor.Projelere projeyle karşılık vermek yerine duygusal tepkiler tercih ediliyor. Son 4+4+4 eğitim projesinde muhalefetin, 8 yıllık kesintisiz eğitimin olumsuz sonuçları ortadayken(köy okullarının kapatılması , taşımalı eğitimin yol açtığı olumsuzluklar) Türkiye'nin sosyolojik yapısına uygun olmayan sistemi savunmak konumuna düşmesi büyük bir tahlilsizliktir.
İktidarın tahammül edememe sendromu, muhalefetin politika üretememe sendromuyla birleşince ülkenin demokratikleşme süreci büyük bir kesintiye uğradı. Kitlelerin ekonomik, demokratik hak gaspı hız kazandı ve ülkenin üzerine koyu bir sis bulutu çöküverdi. Ne yazık ki yakın bir gelecekte çoğunluğu mutlu edecek bir ışık görünmüyor. Tahammül edememe sendromu toplumu daha da germeye aday gözüküyor.
Gericiliğe, yobazlığa, din ve inanç baskısına, faşizme, adaletsizliğe, eşitsizliğe, ayrımcılığa, her türlü emek sömürüsüne karşı özgür toplum dileğiyle
Saygı ve sevgiler sunuyorum.
Cumhuriyetin kimsesizleri,ötelenmiş,ötekileştirilmiş, dışlanmış,yok sayılmış halleriyle şiddete ve katliamlara inat hak diyenler….hoş geldiniz
sıvas,maraş,corum,dersim malatya ve nice yerlerde yaşanmış acı hikayelerin susan sahipleri olmayacağız diyenler hoş geldiniz..
Kişisel özgürlükler,sosyal dayanışma ve paylaşımcılık,insanların eşitliği,kadın erkek eşitliği gibi insancıl değerleri benimseyenler hoşgeldiniz…
Siyasi iktidarlar cami temeli değil hastane ve okul temeli atsın diyenler
Zorunlu din dersleri kaldırılsın diyenler…
Herkes farklılıklarıyla eşit koşullarda kardeşçe birarada yaşasın diyenler.hoşgeldiniz
Biz köylerimizde cami istemiyoruz cem evleri bizim ibadet yerimizdir diyenler
yurttaşlar arasında savaş şiddet ve nefret istemeyenler
İnsanda olanı insana isteyenler,
Sevgi dayanışma dostluk ve eşitlik isteyenler hoşgeldiniz.
Sevgili dostlar,
Biz Aleviler, kerbela’dan bugüne yüzyıllar boyu baskı ve kıyımlara uğramış olan, baskı, kıyım ve toplumsal önyargılar nedeniyle inancımızı, kültürümüzü zor koşullarda yaşamak zorunda kalmış bir topluluğuz. Kerbela katliamından sonra 13. yüzyılda Baba İshak ve Baba İlyas’dan sonra başlayan Alevi kırımları, Şahkulu katliamı, Yavuz Sultan Selim, Ebu Suut’un fetvası ile yapılan katliamlar, Kuyucu Murat’ın büyük kıyımı sonrasında küçük çaplı yöresel de olsa, İttihat ve Terakki dönemine kadar sürmüştür. Cumhuriyet sonrası, Dersim’den, Maraş’a, Çorum’dan Malatya’ya, Sivas’tan Gazi katliamına birçok kez kıyıma uğradık. Kılıçtan geçirildik, asıldık, kurşuna dizildik, diri diri yakıldık.
Bütün baskılara kıyımlara rağmen sevgiyi inancımızın temeline koyduk. İnançların, dillerin ve kültürlerin muhasipliğine inandık. “Benim kabem insandır” diyerek insan sevgisini kutsadık. “72 millete bir nazarda bakarak” ırkçılığa karşı halkların kardeşliğini savunduk.
Hz.hüseyin
Zalimin zulmüne karşı çıkmamak, mazluma yapılacak en büyük kötülüktür. Ben zalimlerle birlikte varlık içinde yaşamayı alçaklık sayarım. Zalime karşı gelerek bulacağım ölümü ise yücelik sayarım…". Diyerek İmam Hüseyin Aleviler için bir direniş abidesi olmuştur
Baba İshak, Baba İlyaslardan hak aramayı, Şeyh Bedrettin’den “yarin yanağından gayrı her şeyde hep beraber olabilmeyi” Yunus Emre’den “yaradılanı yaradandan ötürü sevmeyi, Hacı Bektaş Veli’den “okunacak en büyük kitabın insan olduğunu”, Pir Sultan’dan direnmeyi, haksızlıklar karşısında başkaldırıyı öğrendik. “severken Karacaoğlan, ipe giderken Pir Sultan” olduk.
“HEPİMİZ PİÇİZ”!
Böyle buyurdunuz, haklısınız “Hepimiz piçiz”…
Tarihimizden kopardınız, dillerimizi yasakladınız, katlettiniz, sürgün ettiniz... Size göre bunlar piçleştirme, bize göre asimilasyon.
Önce “Türkmen”leri kestiniz, sonra devletinize bir ulus gerekince herkesi “Türk” yapıverdiniz. Ermenileri ve Rumları sürdünüz, katlettiniz, mallarını yağmalayarak sermayeyi de millileştirdiniz.
Şimdi de gelip geçmişini arayanlara, dedesinin mezarını, kayıp akrabalarını, dilini arayanlara “piç” diyorsunuz. Haklısınız piçiz!
Sizin yeniden tarih icat eden Türk Tarih Kurumunuz, güneş-dil teorileriniz, anadil yasaklarınız, şapka kanununuz, Orta Asya masallarınız, kardeşe düşman atasözleriniz, akrabaları ayıran “misak-ı milli” sınırlarınız, ulusal çıkarlarınız, ilkokul antlarınız piçleştirmekse biz de bu tezgahtan çıkan tohumlar olarak piçiz...
Katliamlarınız, mağaralarda gazla boğduklarınız, diri diri yaktıklarınız, işkence haneleriniz, dar ağaçlarınız, yağmacı atsızlarınız, intikam tugaylarınız, kaybettikleriniz, gizlediğiniz mezarlar piçleştirmekse biz de dedesini tanımayan, geçmişini bilmeyen çocuklar olarak pekala piçiz!
Kart-kurt sesi çıkaranlar Kürt’tü, Çerkesler zaten haindi, Lazlar fıkralarda geçen varlıklardı, Ermeni olmayı küfürden saydınız, Pontuslar zaten yoktular, Türkmenleri cahil, Arapları pis, Alevileri “mumsöndüren” ilan ettiniz, yok saydınız, aşağıladınız… Şimdi gelip bize “piç” diyerek hakaret ettiğinizi mi sanıyorsunuz?
Biz piç olmayı cellât olmaya tercih ederiz!
Uludere’de halkın üzerine F-16’larla bomba yağdıran pilotlarınız, Hrant’ı arkadan vuran beyaz berelileriniz, hep bir gece “ansızın” gelen genç atsızlarınız, kanla yazan köşe yazarlarınız, işkencecileriniz, taş atan çocuklara tecavüz eden gardiyanlarınız sizin olsun.
Biz insan olmayı, insan kalmayı tercih ederiz!
İşte bu yüzden, hepimiz Hrant’ız!
İşte bu yüzden, oğullarının mezarını arayan analarız, cezaevlerinde devrimciyiz, anadilini arayan çocuklarız, isyan ateşini söndürmeyen Kawa’larız, Pir Sultan’ın yolunda canlarız, Şeyh Bedreddin’lerin yoldaşlarıyız!
Biliyoruz! Medeniyetler beşiği bu topraklarda özgür bir gelecek mayalanıyor.
Hrant Dink kendisini en son güvercine benzetmişti. Hem tedirginliği açısından hem de özgürlüğü. Bu kadar güzel, bu kadar cesurca duygularını ortaya koyan bir yüreğin bu topraklarda yetişmiş olması bize umut veriyor. Biz buna cesaret demeyi yeğliyoruz, arkadan gelip kurşun sıkmaya cesaret değil, korkaklık diyoruz. Korkuyorsunuz.
Korkunuzu gerçeğe çevireceğiz!
Son okuduğum Dergahın Sırrı kitabında , "Her iktidar gücünün zirvesine çıktığında kendisinden başkasına tahammül edememe sendromuna yakalanır " şeklinde bir tanımlamayla karşılaştım ve hoşuma gitti. Bu tanımlamayı günümüz iktidarına uyarlamaya karar verdim.
Önce şunun altını çizmek gerekiyor: Bir iktidarın gücünün zirvesine çıkması demek, yükselişinin vardığı en üst noktaya (maksimum noktaya) gelmiş olması demektir. Bunun bir dağın tepesi olarak düşünebiliriz. O tepeye çıktıktan sonra tepenin genişliğine bağlı olarak ( halk kitlelerine ne kadar dayanıyor) o tepede gezinirsiniz ama kaçınılmaz olarak sizi iniş bekliyordur.
Bu günkü AKP iktidarı tam da bunu yaşamaktadır. Kendilerinin de dedikleri gibi 12 Haziran 2011 genel seçimleriyle %50 oy alarak ustalık dönemine girdiler yani iktidarları zirve yaptı. Tam da o tarihten itibaren tahammülsüzlükler artış göstermeye başladı. Artan tahammülsüzlük giderek süreklilik kazandı ve bir sendroma dönüştü yani kronikleşti .
Sürekli özgürlükten bahsettiler ,kendi özgürlük alanlarını genişlettiler ama toplumun özgürlük istemlerini zorla bastırmaya başladılar. Zulme uğradıklarının sürekli altını çizdiler, zulümden kurtuldular ama kendileri gibi düşünmeyenlere zulüm uygulamaya başladılar. Adalet dediler ama toplumun her yanını zindana çevirdiler. Kendi çıkarları gerektiğinde her yasal düzenlemeyi bekletmeden yaptılar ama on binlerce insanı içeri tıkan terörle mücadele yasasında hiçbir değişikliğe gitmediler ve sürekli geçiştirdiler. "Halkın seçtiklerini ezdirmeyeceğiz" diye bangır bangır bağırıyorlar ama halk tarafından seçilmiş 9 milletvekilini 9 aydır içeride tutmaya devam ediyorlar. Bütün bunlar iktidarın gücünün zirveye ulaştığının en büyük kanıdır ve bu yüzdendir ki tahammülsüzlük kaçınılmazdır.
Artık ülke içinde daha çok çatışıyorlar, komşu devletlerle daha çok sürtüşüyorlar, kendi cemaatleriyle kapışıyorlar, her şeyin en doğrusunu bildiklerini ve yaptıklarını iddia ediyorlar. Suni gündemlerle ülkeyi yönetiyorlar . İşte bundandır ki AKP iktidarı yükselişini bitirdi ve inişe başladı. İniş çıkıştan çok daha sancılı olur ve oluyor. Dikkat edilirse tek millet vurgusu daha fazla yapılmaya başlandı, ırkçı söylemler artış gösteriyor. Son Taksim mitingi bunun en ciddi örneği. Hükümeti temsil eden İçişleri Bakanının konuşma biçimi ve kapsamı , açılan pankartlardaki sloganlar, Azerilere yapılan katliamı kınama mitinginden çıkıp nefret ve kinle yüklü bir mitinge dönüşmüştür.
İktidarın iktidar hırsı öyle bir noktaya vardı ki kendisine oy verenlerin kimler olduğunu bile unuttu. "Millet istiyor" derlerken de Alevileri, Kürtleri, Ermenileri, Arapları, Lazları, Süryanileri, demokratik bir Türkiye'den yana olan Türkleri bu kavramın dışında tutuyorlar.
İktidarın tahammülsüzlük sendromunun bir nedeni de , iktidarın güçlü bir muhalefetten yoksun oluşudur. İktidarın oylarıyla muhalefetin oyları yaklaşık olarak birbirine eşit. Nicel olarak bu eşitlik ne yazık ki nitel bir eşitlikten çok uzakta. Muhalefet, iktidarın yarattığı suni gündemlerin peşine takılmış , başbakanın politik dilini taklit etmektedir. Nedenler değil sonuçlar tartışılıyor, bireyler eleştiriliyor, fikirsel mücadele arka planda kalıyor.Projelere projeyle karşılık vermek yerine duygusal tepkiler tercih ediliyor. Son 4+4+4 eğitim projesinde muhalefetin, 8 yıllık kesintisiz eğitimin olumsuz sonuçları ortadayken(köy okullarının kapatılması , taşımalı eğitimin yol açtığı olumsuzluklar) Türkiye'nin sosyolojik yapısına uygun olmayan sistemi savunmak konumuna düşmesi büyük bir tahlilsizliktir.
İktidarın tahammül edememe sendromu, muhalefetin politika üretememe sendromuyla birleşince ülkenin demokratikleşme süreci büyük bir kesintiye uğradı. Kitlelerin ekonomik, demokratik hak gaspı hız kazandı ve ülkenin üzerine koyu bir sis bulutu çöküverdi. Ne yazık ki yakın bir gelecekte çoğunluğu mutlu edecek bir ışık görünmüyor. Tahammül edememe sendromu toplumu daha da germeye aday gözüküyor.
Gericiliğe, yobazlığa, din ve inanç baskısına, faşizme, adaletsizliğe, eşitsizliğe, ayrımcılığa, her türlü emek sömürüsüne karşı özgür toplum dileğiyle
Saygı ve sevgiler sunuyorum.
26 Mart 2010 Cuma
KÖYÜMÜN DİLİ ŞİİRİ
KÖYÜMÜN DİLİ
Köyümüzde şudur ana dilimiz
Bunu duyda ibret al derler köyde
Öğrenmek istersen bakmayla olmaz
Şöyle üç beş yıl kal derler köyde
Dilimiz dönüyor hemen her tarza
Kapsalığa kıçkat, kilide zırza
Tembele sifli, bozuğa arza
Çeşidi çoksa bol derler köyde
Boğaza gedik, engine çökük
Eksiğe noksan, yırtığa sökük
Gölde elleşirken koytanda mekik
Bulmak için suya dal derler köyde
Fidana çitil, ölçeğe şinik
Bebeğe sabi, yavruya enik
Ayrana katık, sos ise anık
Her türlü yemeğe, bal derler köyde
Leğene teşt denir, bohçaya çıkın
Topaca lilliş unutma sakın
Mengile, samıya sambağa takın
Ona koşulana, mal derler köyde
Kuruya kıraç, nemliye ıslak
Plana müşevre, kurguya taslak
Hıyar çöllemeyi etmişsen meslek
Hırsızlık yerine, çal derler köyde
Güzele tavatır, çirkine tipsiz
Deliye duzsuz, huysuza vetsiz
Burası köy ya olmuyor it’siz
Onun yemeğine yal derler köyde
Ovaya düzlük, yamaca yörep
Ziyana zarar, örene harap
Kış günü giyilir dizleme çorap
Kar atan alete, hal derler köyde
Kepçeye çomça, süzgece kevgir
Çarşafa örtü, havluya peşkir
Eşeğe eşşek, atlara beygir
Bırak yularını, sal derler köyde
Kavgaya dövüş, şamataya hır
Gerçeğe sahi, hatalara çur
Şakaya mahsus muhabbete şor
Hepsi tamam ise ful derler köyde
Sürahiye bocit, tabağa sehen
Nerede sorusunun cevabı ahan
Kazmaya megel çapaya kehân
Nohudu paklayı, yol derler köyde
Kıl ipi çekilir kurulur ıstar
Kirkit ile ona çekilir mastar
Yere yaygı olan hasırı göster
Halıya kilime, çul derler köyde
Mürsel’im de derki geçmişi düşün
Borca veresiye, nakide peşin
Şu yalan dünyada ölünce eşin
Yüzüne bakıpta, dul derler köyde
Köyümüzde şudur ana dilimiz
Bunu duyda ibret al derler köyde
Öğrenmek istersen bakmayla olmaz
Şöyle üç beş yıl kal derler köyde
Dilimiz dönüyor hemen her tarza
Kapsalığa kıçkat, kilide zırza
Tembele sifli, bozuğa arza
Çeşidi çoksa bol derler köyde
Boğaza gedik, engine çökük
Eksiğe noksan, yırtığa sökük
Gölde elleşirken koytanda mekik
Bulmak için suya dal derler köyde
Fidana çitil, ölçeğe şinik
Bebeğe sabi, yavruya enik
Ayrana katık, sos ise anık
Her türlü yemeğe, bal derler köyde
Leğene teşt denir, bohçaya çıkın
Topaca lilliş unutma sakın
Mengile, samıya sambağa takın
Ona koşulana, mal derler köyde
Kuruya kıraç, nemliye ıslak
Plana müşevre, kurguya taslak
Hıyar çöllemeyi etmişsen meslek
Hırsızlık yerine, çal derler köyde
Güzele tavatır, çirkine tipsiz
Deliye duzsuz, huysuza vetsiz
Burası köy ya olmuyor it’siz
Onun yemeğine yal derler köyde
Ovaya düzlük, yamaca yörep
Ziyana zarar, örene harap
Kış günü giyilir dizleme çorap
Kar atan alete, hal derler köyde
Kepçeye çomça, süzgece kevgir
Çarşafa örtü, havluya peşkir
Eşeğe eşşek, atlara beygir
Bırak yularını, sal derler köyde
Kavgaya dövüş, şamataya hır
Gerçeğe sahi, hatalara çur
Şakaya mahsus muhabbete şor
Hepsi tamam ise ful derler köyde
Sürahiye bocit, tabağa sehen
Nerede sorusunun cevabı ahan
Kazmaya megel çapaya kehân
Nohudu paklayı, yol derler köyde
Kıl ipi çekilir kurulur ıstar
Kirkit ile ona çekilir mastar
Yere yaygı olan hasırı göster
Halıya kilime, çul derler köyde
Mürsel’im de derki geçmişi düşün
Borca veresiye, nakide peşin
Şu yalan dünyada ölünce eşin
Yüzüne bakıpta, dul derler köyde
YAŞANABİLİR BİR DÜNYA İSTİYORUM
YAŞANABİLİR BİR DÜNYA İSTİYORUM
Çocukların Doya, Doya Coşup oynadığı
Gençlerin Gelecekten Umutlar Taşıdığı
Geleceğin Gençlere Sevgi Aşıladığı
Yaşanabilir Bir Dünya İstiyorum
Savaş.Kavga,Gürültü Nedir?Bilinmeyen
Çocukları Ağlamayan ,Göz Yaşı Silinmeyen
Kardeşlik Yıldızları Gökyüzünü Süsleyen
Yaşanabilir Bir Dünya İstiyorum
Doğayla İnsanın Bütünleştiği
Bütün Günlerin Güzel Geçtiği
Düşüncenin Özgürce İşlediği
Yaşanabilir Bir Dünya İstiyorum
Geçim Derdinin ,Sağlık Sorunun Olmadığı
Çehrelerin Asılıp , Sararıp Solmadığı
Kasaların Rüşvetle,Yolsuzlukla Dolmadığı
Yaşanabilir Bir Dünya İstiyorum
Yarınlara Umutlarla Bakacak
Çocukları Çiçek Olup Açacak
Her Şeyi İle Mutluluklar Saçacak
Yaşanabilir Bir Dünya İstiyorum
Çocukların Doya, Doya Coşup oynadığı
Gençlerin Gelecekten Umutlar Taşıdığı
Geleceğin Gençlere Sevgi Aşıladığı
Yaşanabilir Bir Dünya İstiyorum
Savaş.Kavga,Gürültü Nedir?Bilinmeyen
Çocukları Ağlamayan ,Göz Yaşı Silinmeyen
Kardeşlik Yıldızları Gökyüzünü Süsleyen
Yaşanabilir Bir Dünya İstiyorum
Doğayla İnsanın Bütünleştiği
Bütün Günlerin Güzel Geçtiği
Düşüncenin Özgürce İşlediği
Yaşanabilir Bir Dünya İstiyorum
Geçim Derdinin ,Sağlık Sorunun Olmadığı
Çehrelerin Asılıp , Sararıp Solmadığı
Kasaların Rüşvetle,Yolsuzlukla Dolmadığı
Yaşanabilir Bir Dünya İstiyorum
Yarınlara Umutlarla Bakacak
Çocukları Çiçek Olup Açacak
Her Şeyi İle Mutluluklar Saçacak
Yaşanabilir Bir Dünya İstiyorum
Kaydol:
Yorumlar (Atom)








